Şanlıurfa’nın o tarih kokan sokakları ilk defe bu kadar çaresiz ve kaos kokuyordu. Sanki sokaklar insanlara senin için ne yapabilirim diyorlardı.
Sabaha karşı saat 04: 22 öyle bir sallantıyla uyandım ki hayatımda ne öyle bir sallantı nede o çaresiz benliğimi görmüştüm.
Yavaş attığım adımlar o kadar hızlanmıştı ki bir yandan korku, bir yandan telaş, bir yandan da mesleğin verdiği heyecanla başladım enkaz başlarına koşmaya…
Evime yakın olmasıyla birlikte ilk başına geldiğim enkaz Bahçelievler’de yıkılan bir binaydı 9 kişilik yabancı uyruklu bir ailenin içerisinde olduğu söylenildi. Bir yandan ekiplerden bilgi alıyorum, bir yandan görüntü derken yağan yağmura aldırış bile etmiyorum.
Bir polis memuru Abide Kavşağı Haliliye sembol Ocakbaşı yanında bir binanın yıkıldığını ve ölülerin enkaz altında cansız bedenlerinin çıkarıldığını söylemesiyle kendimi orada bulmam bir olmuştu.
Enkaz başına yetiştiğimde kocaman bina yerle bir olmuştu. Bir yandan vızır vızır geçen arabalar, bir yandan bardaktan boşalırcasına yağan yağmur sanki kıyamet koptu ve insanlar kendilerini kurtarıyormuş hissi veriyordu. O kadar araç nereye gidiyordu.
Olay yerine vardığımda yaşlı bir kadın, ayağında tek ayakkabıyla nasıl da canı yanarcasına ağlıyordu. Yeni evlenen oğlu ve gelini de enkaz altındaydı.
Başladım kayıt almaya işte ilk defa mesleğimden utandığım an diyebilirim. İnsanlar ağlıyor, feryatlar göğü deliyor ama ben ise hem ağlıyor hem de işimi yapmaya çalışıyorum.
Artık hava yavaştan aydınlanmaya başlıyor ve insanlar çoğalıyordu. Gazeteci arkadaşlarımın yanıma gelmesiyle çaresizliğim biraz daha azalmıştı. Bir yandan bağırışlar, dinleme cihazları derken o anla ilgili aklıma mıh gibi kazılan ise sadece “SESİMİ DUYAN VAR MI?” kelimesiydi o kelime o kadar şey anlatıyordu ki fakat hep cevapsız kalıyordu.
Hava tam aydınlandı derken Vali Salih Ayhan ile Büyükşehir Belediye Başkanı Zeynel Abidin Beyazgül enkaz başına gelerek incelemelerde bulundu. Tam o sırada arka taraftan güm diye bir ses geldi ve ortalık toz dumanla savaş alanına döndü.
İnsanların hepsi o tarafa koşmaya başladı. İnsanlar hep bir ağızdan “Allahu Ekber” “Bismillahirrahmanirrahim” demeye başladı. Hayatımda ilk defa böyle bir deprem görüyordum.
Enkaz altından çıkarılan yaralılar hemen ambulanslara bindirilip hastanelere kaldırılıyordu. O kadar korkunçtu ki her şey, birine sarılıp ağlasan enkaz başında bekleyen bir başkası üzülürdü çünkü enkazda hemen hemen herkesin bir yakını vardı ya da insan olarak oradakileri yakınınmış gibi görüyordun.
Fulya Öztürk’ün dediği gibi burası “Ceset kokusuyla umut kokusunun birbirine karıştığı bir yer” o kadar karmaşık duygu ve hisler vardı ki anlatamam…
O gördüğüm manzaraların, yaşadığım korkunun aklımdan silinmesini o kadar isterdim ki ben daha önce öyle bir şey yaşamadım.
Bu bölümü okumaya başladığımda “Ben savaş muhabiri olup soğukkanlı olacağım” diyordum. Ben artık böyle bir şey istemiyorum. İnsanların acılarına bakıp soğukkanlı olmak en son isteyeceğim şey olur.
Yaşananları unutamıyorsun, feryat sesleriyle ambulans seslerinin karıştığı geceyi aklından çıkaramıyorsun. İşte bu yüzden ben sadece insan olmak istiyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: