Amerikalı tarihçi Lewis Mumford, “modern sanayi çağını belirleyen en önemli etkenin buharlı makine değil saat” olduğunu söyler. Bildiğimiz gibi Sanayi devrimiyle birlikte hayatımıza ölçülen zaman kavramı girdi. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda zamanın ne kadar kısıtlı olduğunu görüyoruz. Bir günde 24 saat, bir haftada 168 saat vardır. Çoğu kişi, zamanın kısıtlılığından şikayet eder. Uzun zaman görmediğimiz bir arkadaşla karşılaştığımız zaman işten başımızı kaldıramıyoruz diyoruz. Bazen acil işlerle uğraşmaktan önemsediğimiz işlere zaman ayıramıyoruz. Bir türlü ertelediğimiz zamanı yakalayamıyoruz. Şöyle bir düşündüğümüzde aslında zamanın yetmemesi zaman kıtlığından kaynaklanan bir durum değildir. Eğer ne yapmak istediğimizi, değerlerimizin farkında olur ve tercihlerimizi bu değerlere göre yapabilirsek zamanın kıt olmadığını kolaylıkla görebiliriz. Bütün koşulları biz belirlemiyoruz, bu denizde olmayı, kendimizi içinde bulduğumuz kayığı biz seçmedik diyebiliriz ama elimizdekilerle de hayatımıza yön verebiliriz. Planlamamız gereken zaman değil kendimizdir. Hatta kendimizi zamanın akışına bıraktığımız anlar, değerlerimizle yaptıklarımızın örtüştüğü anlardır. Ancak şimdiki nesile bakıyoruz da zamanı boşa geçirmesi için elinden geleni yapıyor. Zamanın az olmasından şikayetçi olduğu gibi bu zaman içinde daha da kendi değerleri dışındaki şeylerle meşgul olmaktan alamıyor kendini… Bu zamanın boş yere harcandığının büyük sebebinin teknolojinin hayatımıza girmesi olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle telefonlar, oyun cihazları zamanı en boşa harcayan araçlardır. Akıllı telefonlar 5 yaşındaki çocuklara kadar düşmüş durumda. Teknolojiyle iç içe olan çocuklar kendini tanıyamadığı için istediği değerleri de bilemiyor. Bu da zamanın en gereksiz şekilde kullanılmasına müsait bir durumdur. Sonucu zaten belli… üretim yok, zaman yetmiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: