Değişim Tarihi Tekerrürün Tezahürüdür (7)
Yaşadığımız devir ve dönemde, yeniden mevcut haliyle vahyin inkâr edildiği, dinin yalanlandığı, ilahi adaletin yürürlükte olmadığı veya insanlığın bozguna uğradığı, insanların vahdaniyetten uzaklaştığı, adeta gerici cahalet dönemlerine döndüğünü görmekteyiz. Bütün buna karşı değişim, dönüşüm ve gelişimin ilk ihyacılık (tecdit) hareketlerinin kökleri ve aynı şekilde dalları, genel manada tüm İslam milletleri, devletleri coğrafik ve siyasi âleminin içinde olan bir hareketti. Oysaki, insanlık açısından bilhassa meşru manada ilerleme ve çağdaşlaşma dediğimiz modern dönemlerdeki tecdit hareketlerinin dikkate almak durumunda olduğu çok daha yeni bir fenomen/görüngü bulunmakta. Bu manada kendini bir türlü öz eleştiriye tabi tutmayan ve asıl maddi ve bilhassa manevi köklerine dönerek ihyayı temelden ve yeniden başlatması gereken İslam Dünyasına, Batı’nın yönelttiği herhangi bir eleştiri söz konusu olmasa bile, Merhum Ziya Paşa’nın o dönemde bu tarihi tutanak örneği tespiti yapması dikkat çekicidir.
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler; kâşaneler gördüm.
Dolaştım Mülk-ü İslam-ı bütün viraneler gördüm.”
Çünkü “Batı” bilhassa son iki yüzyıldır daha çok şeytani plan ve projelerle, sinsi ve ikiyüzlü hatta mübalağa olmazsa belki iki yüz yüzlü davranarak, sadece bilimi-tekniği kullanarak ateşli silahlarla; topla, tüfekle… İslam dünyasını işgale çalışmıyor; ayrıca onun inancını, tefekkür âlemini, tevhidi bilinç ve İslami şuurunu, zihniyetini, maddi ve manevi değerlerini genel manada kültürel noktasında canhıraş bir biçimde sorguluyor.
Bu durumdan en başta Renan olmak üzere pek çok Avrupalı bilim adamı ve erbabı bu vaziyetin nazikliğinden nezaketsizce yararlanarak veya merhametsizce müslümanların cehaletinden cesaretlenerek, ayrılıklarından kuvvetlenerek hâşâ İslamiyet’in temel dinamizminde güya bir bozukluğun söz konusu olduğunu ileri sürmüşlerdir.
“20. yüzyılın başlarından sonra fıkhi sorunlar giderek önemini yitirirken, düşünce sorunları ehemmiyet kazanmıştır. Önceki kuşaktan Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Ahmet Han’ın içtimai ve siyasi fikirlerinin daha çok hayra mı yoksa kötülüğe mi yol açtığı kötülüğe mi bais olduğu üzerinde hayli tartışma yapılmıştır. Aynı kuşaktan Muhammed İkbal’i dışarıda tutarsak bu şahsiyetlerin tümünde “yılgınlık” psikolojisi belirgindir; ki bunlar, tecdid, dinin yeniden yorumlanması diye diye farklı uçlara savrulmuşlardır. Sözgelişi, Ahmet Han mucizeyi inkar ederken, Abduh din ve bilim alanını çok sert bir çizgiyle ayırmıştır. Daha sonraki kuşak, hem İslam’dan hem de bilgiden vazgeçilemeyeceğini nazara vererek meseleyi “bilginin İslamileştirilmesi” sorunu olarak görmüştür.” ( Kutluer, İlhan, İki Denizin Birleştiği Yer, (İstanbul: Nehir Yayınları), s.28-29 )
Konunun önemine haiz ciddi bir araştırma yapıldığında daha önceki neslin tarihsel statüsüne bakıldığında, görülen odur ki daha vasat ve mutedil bir çizgide; Nakip Nasr’ın, Attas’ın, Z. Serdarın, İ. Raci el- Faruki’nin başrollerde temsil ettikleri bu akıma göre islami toplumlar; hemen her konu ve konumdaki tüm sorunlarını bilimsel çağdaş bir eğitim sistemiyle çözme şansına sahiptirler. Aksi bir durumun ciddi manada söz konusu bile olamayacağını düşünmekteler.
Bunların seleflerine göre ise, ileri sürdükleri ve kabul ettirmeye çalıştıkları plan ve programı geniş bir zamana yayarak, daha uzun vadeli ve daha da gerçekçi olsa da, bu sonlardaki neslin ortaya koymaya ve uygulamaya çalıştıkları yol kendi içinde çok ciddi aksaklıkları, zıtlıkları ve sıkıntıları barındırmaktadır.
En başta dikkat edilmesi gereken bir nokta ise, öğrencilerin karakterini İslâm’a göre şekillendirmek ve eğitim öğretim programlarına İslamî bir muhteva kazandırmak şeklinde özetlenecek bu hareketin en temel zaaf noktası, böyle bir hedefin nasıl gerçekleştirileceği sorunuyla ilgilidir. Zaten bireysel ve toplumsal olarak her Müslüman’ın arzu ve isteği takriben bu değil midir?
Şimdi sormak zamanı? Diyelim ki, ana sınıftan, temel ve orta eğitimden ta üniversiteye kadar böyle bir sistemin gerçekleştirilmesi mümkün kılındı? Eğitimin son basamaklarında İslami yönelimden herhangi bir iz-dönüşümü, değişim ve gelişimi yoksa daha önce elde edilenlerin kaybedilmesi endişesi söz konusu olur mu?
Ayrıca, hakikatin ortaya konulması bakımından; çeşitli ilim-bilim ve bilgi dallarının İslamileştirilmesi arzusu, Kur’an’i Kerime ve peygamberi hadis-sünnete dayalı itikadi noktadan bir metafizik fikri sağlam olarak sağlanmadan gerçekleşme imkânı bulamaz.
Günümüz dünyasında, ilim irfan eğitim ve öğretin kurumlarında ve modern kütüphanelerde “İslam-psikoloji”, “islam-hukuk” “İslam Medeniyeti”, “İslam edebiyatı” , “İslam Kültürü” ilh. Başlıkları taşıyan temel ve yardımcı kitapların sayısı asla azımsanamaz. Ve bu çalışmalar ciddi bir boyutta bir takım makul ileri görüşlere, ferasetli fikirlere yer vermekle birlikte, esas itibarıyla temel noktada savunmacı bir halet-i ruhaniye ve kalbi bir karşı duruşu da beraberinde yansıtmaktadırlar.
Bilhassa genel olarak, bu son dönemlerde İslam ile ilgili pozitif bir teşhis ortaya koymaya gayret edenler, maalesef en başta bizzat kendi nefislerini çeşitli hayal kırıklıklarından, ümitsizliklerden alıkoyarak umudun zirvesine ulaşamamışlardır. Olmayınca da Said-i Kürdinin ifadesiyle “ye’s mani’i her kemaldir.” Umutsuzluk her güzelliğin ve gelişmenin engelleyici prangasıdır.
Asrımızın müceddid-i azamı olarak İslam aleminde kabul gören Bediüzzamanın yaptığı en büyük değişim ve dönüşüm dediğimiz yeniden diriliş ve ihya hareketi tabiri uygun ise, “ceddidu imaniküm” bir iman inkılâbından sonra, avamınasdan elit tabaka dediğimiz havassı nasa kadar çok farklı düzey ve derecelerde her bir müslüman’ın ruhuna adeta çöreklenerek çökertmeye çalışan ye’si öldürmesidir. Sadece bu durum bile elbette dikkate alınacak kendi başına önemli bir tecdit, değişim ve ihya hareketi hadisesidir.
“Evet, hürriyet-i şer'iye Cenâb-ı Hakkın Rahmân, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır. Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.” Hutbe-i Şâmiye( 11 / 89)
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: