Zalim Kim Olabilir?
“Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki (o batıl, zalim, inatçı, cebri, keyfi ve küfri olan inkârcıların) söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; (sana hırsız, yalancı, korkak, zalim, diyemiyorlar ve hatta aralarında söz ve davranışların bakımından “el-emin” diyorlar) fakat o zalimler Allah’ın (adalet, hukuk ve hükümranlık) âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.” En’am 6/33
Kur’anı Kerimin bu manadaki ayetlerini ve Resul-ı Ekrem efendimizin söylem ve eylemlerinin izahatlarını gören ve zalimlerin cebri uygulamalarına maruz kalan Bediüzzaman Saidé Kürdi hazretleri tarihi, edebi bir söz irade eder: "Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dâvâ etmek ve onlara müracaat etmek bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir.”
İslam’ın hükümran olmadığı batıl düzen ve bid’a sistemlere karşı dilenci vaziyetine düşerek haksızlığı hak kabul edenlere ve iddia edenlere karşı, hak talep etmek bir nevi hakka haksızlıktır.
Ve bir başka açıdan bakılacak olursa hakkı tebliğ etme bakımından da İslam’ı, âleme tebliğ etmenin herkese ait bir vazife olmadığını, her mesleğin kendine has donanımlı, kabiliyetli ve kaliteli ehli, ilmi ve bilimsel deneylerle ihtisası olduğu gibi; hakkı ve hakikati tebliğin, Kur’an’a hizmeti ve İslamiyet’i önce nefsine hakkıyla kabul ettirdikten sonra, yakınlarından başlayarak âleme yaymanın da muallim ehli ve akademik ihtisası vardır.
Yukarıdaki her iki kaideye ve kurala göre meseleye bakılırsa, yaptığımız izah açısından incelenirse, mesele çözülmüş olacak. Şüphesiz her bir Müslüman’ın din-iman noktasından ve İslamiyet açısından, kendine özgü nefsine düşen birinci derecede öncelikli bir mühim vazifesi vardır. Tabii ki bu demek değildir ki herkesin her şeyi dört-dörtlük yapması/yapabilmesi ve hakkıyla, layığıyla ifa etmesi manasına gelmez.
Cenab-ı Hakk'ın insanlara peygamber olarak gönderdiği, hakkı tebliğ etmede en yüksek ilahi istidat ve kabiliyet ile donattığı ve özel peygamberlik sıfatları ile yarattığı kullarını “ve resulühü” noktasına münhasıran dini yaymakta ve tebligat vazifesini ifa etmekte kullandığı metot ve yöntemleri esas alır isek; tebliğ vazifesinin geniş âlemde, gelişi güzel herkese terettüp etmediği gayet iyi anlaşılır.
Ve hatta bu konuda öncelikli görevleri tebliğle yükümlü olan son peygamberine bile “Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.” Nahl 16/37 Ve bir başka hükümde: “İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.” Bakara 2/171
Evet, anlaşılıyor ki istekli olmak veya bir meselede haklı olmak yetmez. Tabii ki haklı olan bir davayı savunurken, maddi ve manevi bakımından iyilik, güzellik, hayır ve hasenatta faydalılık derecesi de dikkate alınmalıdır. Bizler bazen üstümüze vazife olmayan ve sorumluluk alanımıza girmeyen, ilmi kariyerimiz dışındaki konularda bile çoğu zaman haddimizi aşarak sahamıza girmeyen, hele hele dini meseleler ile ilgli; kıyas, icma, içtihat ve emir-yasak konularda, maalesef dar mantığımızla, salt manada beşeri irade ile veya yeterince ihtisas sahamız olmayan tefsir, hadis ve fıkhi bilgilerimizle fikirler beyan ediyor ve umuma yönelik mütalaalar ortaya koyuyoruz.
Bazen “kaş yapayım derken göz çıkarıyoruz.” İyilik yapayım derken kötülüğe sebep oluyor ve bazen de mevcut yapılanmayı bozabiliyor, yıkabiliyoruz. Böylesi durumlardan dolayı; herkes kendi ihtisas alanı, kabiliyetinin kadarı ve bilhassa muhtariyet sahasıyla ilgili vazife ifa etmesi önemlidir. Toplumlarda herhangi bir kargaşa ortamı oluşmaması bakımından, irşatta ve tebligatta ciddi olarak; Rabbani ayet, Nebevi Risalet ve akli, nakli, bilimsel, ilmi tecrübeler ile bazı kaide ve kurallar ortaya konulmuştur.
Böylece hakkı tebliğ etmede yapılacak muhtemel hataların önceden engellenmesi için genel bazı kaide ve kurallar benimsenmiştir. Çünkü fikir ve düşünce sahibi kötü zihniyetliler; akrep gibi zehirlemekten ve vahşi canavarlar gibi parçalamaktan zevk duyan, lezzet alan inkârcı veya kâfir müşrik muannit olanlara hakkı nazara vermek ve ifade etmek; belki daha vahim, zararlı, hatarlı sonuçlar doğuracağından, tebliği hakta ve manevi irşatta kime, neyi, ne zaman, nasıl ve hangi biçimde anlatılacaksa ona göre daha ciddi bir nezaketle kaide ve kurallara uyarak itinalı hareket etmek lazımdır.
Değilse hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiç kimseye onlara hakikatler anlatılmayacak anlamına gelmez. Cenabı Allah Resulüne tebliğin metodunu değişik şekillerde; sosyolojik, psikolojik, biyolojik, ekonomik, siyasi ve daha farklı yöntemlerini anlatmaktadır. Birkaç örnek verecek olursak:
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” Hud 11/112
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” Al-ı İmran, 3/159
“O (Allah katından görevlendirilmiş peygamber sizlere) “kendi mantığının heva ve hevesiyle (dünyevi ve uhrevi şeyler) tebliğ etmez, konuşmaz. İllaki Allahın (iyilikleri emrederek, kötülükleri yasaklayarak) vahiy ettiklerini tebliğ eder.” Necm, 53/3
“Sana, senin tebliğ ettiğin Kur’ân’a ve sünnetine tâbî olan, peşinden gelen mü’minlere kol-kanat ger.” Şura, 22/215
Ve elbette bu anlattıklarımız ile beraber söz konusu olan husus, sadece kime tebliğde bulunulur veya kim kimlere irşat ve tebliğde bulunmalı hususu değil. Esas olan yapılan bir haksızlığa binaen "hak arama, hak talep etme". Sosyal hayatta değişik bazı sebeplerle insanların uygulamalarında haksızlıklar, zulümler, ilahi hükümler muvacehesinden bakılırsa gayrı meşru olan rejimlerin olduğu ülke ve ortamlarda olabilir.
Ve bazı zamanlarda pek ala iyi niyetle yapılan işlerde dahi bazı hatalar, zulümler, haksızlıklar, etik ve ahlaki olmayan davranışlar, kararlar meydana gelebilir. Böylesi nahoş durumlarda dahi tamamen susulacak hiçbir hak arama ve talebinde bulunulmayacak diye bir kaide olmaz. Mümkün ise yapılan bir yanlış uygulamanın telafisi için ilgili makama, mevki ve yetkililere başvuruda bulunmak ve gerekli hukuki zeminde ve uygun olan zaman zarfında izahları yaparak, hakkın tahakkukunu talep etmek insani bakımından ve de resmi hukuki açıdan normal olması lazım olan bir usuldür.
Evet, eğer böylesi haksızlıkları yapanlar “insan görünümlü şeytan"lar veya "beşer suretinde vahşi hayvanlar" veya “tağuti düzenin despot cellâtları iseler; hakka karşı bir hınç ile öç alma ve intikam duygusuyla hareket etmek niyetinde iseler, o zalim cebbarların kapısına gidip "hak talep etmek" ve zaten onların itikat ve amellerinde adalet kavramı olmadığı için, onlardan bir nevi "hak dilenmek" manasına gelince, savunduğun hak olan bir davayı küçük düşürmek olacağı noktasından hareketle hatalı bir yol ve yöntemdir.
Dikkatle düşünülür ve incelenirse bu türden girişimlerle zalimlerin kapılarına giderek hak talebinde bulunmak, onların ve avenelerinin bencil kişiliklerini, kibirlerini, zalim duygularını okşayacağı gibi ve bilhassa mazlumların ve hakka taraftar olanların da duygu ve düşüncelerinde bir eziklik duygusu oluşturabilir.
Son sözümüz "Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dâvâ etmek ve onlara müracaat etmek bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir." Şimdi Rabbimizin hak arama, tebliğ ve irşat etmede teklif ve telkinini dinleyelim.
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla. (Ey Muhammed!) De ki: "Ey kafirler! Ben sizin (yaptıklarınız küfür ve zulümleri yapmam) taptıklarınız (batıl be beşeri ideolojik sistemlere, yoluna düştüğünüz tağuta ve putlar..) a tapmam. Benim taptıgım (Rahman ve Rahim olan Allah)a da sizler tapmazsınız. Ben de sizin (materyalist, emperyalist emellerinizin aracıları olan tanrı taslakçı ilahlarınıza) taptığınıza tapacak dağîlim. Benim taptığıma da (fiili ve reel bir durum olarak zaten ) sizler tapmıyorsunuz. (Öyle ise bu batıl ve atıl olan haksız-hukuksuz sisteminizden bir hak talep edecek değilim.) Sizin dininiz (dünya ve ahrete yönelik adalet, kanun ve nizamınız, rejim, sistem ve devlet teşkilatlanmanız) size, benim dinim (dünya ve ahrete yönelik adalet, kanun ve nizamnamemiz, Kur’ani rejim, sistem ve devlet teşkilatlanmamız) bana/bizedir." KAFİRUN 109/1.2.3.4.5.6
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: