Peki, şimdi sormak istiyorum. Bu kadar değerli olan Devlet bizim vergilerimizle ayakta değil mi? Devleti seviyorsak bu haksızlıkları ve vurgunları engellememiz gerekmez mi? Bunu normalleştirmek ' böyle gelmiş böyle gider' demek hem bize hem gelecek nesile haksızlık değil mi? Kafamda delice sorular var, cevabını suskunluk olarak aldığım. Bu durumun artık normdan da öte bir kültür halini alması sadece hesap verilebilirlik kültürünün olmamasıyla da açıklanamaz. İç içe geçmiş ve birbirini tetikleyen birçok olgu bu durumun yeniden üretimine katkı sağlıyor. Biraz daha gözlemleyince şunu anlıyoruz ki galiba memlekette ki suskunluğun sebebi herkesin o büyük pastadan pay almak için kendi sırasını bekliyor olduğu gerçeği.. 'Devletin malı deniz' diyerek ihtiyacı olmadığı halde türlü usulsüzlüklere başvurarak sosyal yardım alan yaşlı amcadan tutun, belediye kadrosunda memur olmak için rüşvet veren gence kadar bu memlekette kimse vatansever değildir. Bilakis devlete karşı öfkelidir. Ortadoğu'da otorite ile halk arasında anlaşılması zor, karışık bir denge vardır. Görünür olarak devleti kutsayan ve varlığını dahi lütuf sayan bu yörenin insanının en tepesinden en alt tabakasına kadar eline fırsat geçtiğinde devleti ekonomik olarak sömürmektedirler. Herkes için demiyorum, elbette ki henüz ahlaki değerleri çürümemiş olanlar da var. Ancak genel olarak bu hava hakim ve fazlasıyla riyakarca bir durum. Bu durum biraz da dini ritüeller de dahil olmak üzere vatanseverlik temalı bütün pratiklerin sadece birer gösterge olmasındandır. Bahsettiğim şey son yıllarda oluşan bir şey değil, aksine tarihsel arka planı çok sağlam, sürekli olarak kendini yeniden üretmiş bir olgu. Memleketimin her köşesinde var olan bu devlet/devletçilik paradoksu sadece bu kente has bir durum da değildir. Hamaset siyaseti, vatan, din, bayrak gibi değerlerin sürekli olarak siyasette kullanılıp içinin boşaltılması bu ahlaki çürümüşlüğü hem besliyor hem de perdelemeye çalışsa da aslında görünür kılıyor. Evet Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin ama; Fatih Sultan Mehmet'e padişah olduğu halde hüküm veren kadı misali kılıcı keskin yargıçları, milletin vergisini sadece millete harcama ahlakına sahip yöneticileri ve hepsinden önemlisi hakkının yenmesine göz yummayan, şeffaflık isteyen, arayan, hesap verdiren bir toplumu da bize nasip etsin. Başka bir yüzyılda da olsa bunun gerçekleşmesi şart. Tarihsel olarak eşsiz bir öneme sahip bu kentin kırk harami düzeninden kurtulması, medeniyetin doğduğu topraklara yeniden medeniyet getirecektir. Yoksa bu ahlaki çürümüşlük, bizleri paradokstan paradoksa sürükleyecek ve nihayetinde kendi kültürüyle kendini yok eden bir toplum olacağız.
Şimdi bildiğiniz tüm ezberleri unutun. Bu coğrafyada devlet millet için değil millet devlet için vardır. Ne kadar çok üniversite mezunu olursa olsun 'bilinç' sahibi nesil yetişmediği için artan eğitim seviyesi de bu durumların düzelmesi için ümit verici değildir. Hatta bu sistemin ve kültürün eğitiminden yetişen nesil bu çürümüşlüğe yepyeni boyutlar kazandırıyor. Gelelim paradoksumuza; devlete olan bağlılık ve yağmalamanın iç içe geçtiği bu çarpık toplumsal yapıyı değiştirmeye ömrümüz yetmeyecektir. Kim bilir belki de hiç değişmeyecektir. Taa ki yeni bir aydınlanma ve Rönesans yaşanana kadar. İşte biz o zamana kadar avazımız çıktığı kadar susup, ifade özgürlüğümüzün bize bahşettiği yere kadar bu paradoks dağlarını anlamaya ve anlaşılır hale getirmeye çalışacağız.
Zihin devrimi mi belki bir gün...
Yorumlar
Kalan Karakter: